Sonu olamayan ve hayatımızın her alanında kullanılan matbaa teknolojileri gelecekte sanal gerçeklik, yapay zekâ ve bulut sisteminin kullanılmasıyla evrilerek yeni bir kimlik kazanacak.
Ülkemizde geniş kullanım alanıyla matbaa teknolojileri önemli bir konumda yer alıyor. Bugün yaşam alanlarında ve hayatımızın içerisinde her an kullandığımız matbaa teknolojilerinin gelişimi noktasında artık daha sağlam adımlar atıldığını görüyoruz. Özellikle işin eğitim ayağında güzel gelişmeler var. Bununla birlikte gerek akademisyenler gerek sanayiciler sektörün gelişmesi için taşın altına ellini koyarak sektöre sahip çıkıyor. Onlardan biri de Türkiye’de matbaa alanında sayılı profesörler arasında yer alan Prof. Dr. Erdoğan Köse. Önemli bir iş kolu ve geleceğin vazgeçilmez teknolojisi olan basım yayın sektörü ve matbaacılık alanında artık bu işin üstadı sayılan ve sektöre gönül veren İstanbul Üniversitesi Teknik Bilimler MYO Müdürü, Basım ve Yayın Teknolojileri Bölümü Öğretim Üyesi, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Rektörlüğü Kurumsal İletişim Direktörü ve Rektör Danışmanı Prof. Dr. Erdoğan Köse ile biraz geçmişe giderek sektörün tarihine dair kısa bir yolculuk yaptık. Genç yeteneklerin yetiştirilmesiyle sektörün gelişmesinin paralel ilerleyeceğine işaret eden Köse, gelecek dönemde sektörü ne gibi yeniliklerin beklediğinin de sinyallerini verdi. Özellikle Endüstri 4.0’a geçtiğimiz takdirde sektörün altın çağını yaşayacağına vurgu yaptı.
Baskının serüvenini kurşun harflerden bu yana yaşayan biri olarak basım endüstrisine ilk girişinizden yani öğrenciliğinizden bu yana mesleki gelişiminizi anlatır mısınız?
Matbaa ile tanışmam ve bu serüvenin başlangıcı lise yıllarına dayanıyor. ÖSYM’nin tercih kılavuzunda gördüğüm Marmara Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi Matbaa Eğitimi Bölümü ile matbaanın ne olduğunu öğrendim. Marmara Üniversitesi’nin tarihi Haydarpaşa Kampüsü’nde 1985 yılında matbaacılık eğitimime başladım. İlk işimiz hurufat kasalarındaki harflerin yerini öğrenmekti. Bu bizim için değişik bir deneyim olmuştu. Hurufat kasalarındaki harfleri yerlerine kimin daha hızlı dizeceğine dair yarışmalar yapılırdı. O dönemde dizgicilik elle yapılan bir sanattı ve büyük bir emek istiyordu. Henüz Türkiye’nin bilgisayar ile tanışmadığı dönemlerden bahsediyorum. İlk yıllar hurufattan alınan orijinallerin filmle aktarılması ve fotoğrafların pikaj ile montajlanması yapılırdı. Kurşun ve antimon karışımı hurufatların kumpaslara dizilmiş satırları tek tek birleştirerek tipo baskıda orijinal oluşturulurdu. O dönemlerde pikaj ve montaj da ustalık esastı. O zaman Cağaloğlu, Göztepe’de büyük matbaalar vardı ve matbaacılığın en önemli yerleri pikaj, montaj ve repro atölyeleriydi. Orijinal oluşturma işlemlerini oralarda yapabiliyorduk. Ne kadar temiz oluşturulursa baskı o kadar düzgün oluyordu. Üçüncü sınıfın neredeyse yarısına kadar tipo teknolojisi ile yakın temas içerisinde olduk. Sonrasında yeni yeni satır halinde yazı döken ve fotoğrafik dili kullanan satır halinde yazı döken makinalar piyasaya çıktı. Daha sonra bilgisayarda çalışan pack maker programının güncellenmesiyle iş artık teknolojiye kaymaya başladı. Tipo makinalarda bile bir klavye vardı ve hangi tuşa basarsanız onun hurufatı otomatik olarak düşüyordu. Şimdiki gençlerimiz bunları görmeden eğitim alıyor. Teknoloji ve sektörün değişmesi ve gelişmesiyle bunlar sadece derste anlatılan tarihi bilgiler olarak kaldı.
Eğitim ve öğretim hayatımız bu süreçlerle geçti. Uygulamalara çok önem veren Marmara Üniversitesi’nde serigrafi, tipo ve tasarım-grafik gibi farklı bölümlerden mezun olunsa da her birinde uzman kişiler olarak yetiştirildik. Matbaa alanında dört profesör var şimdilik birde hak edip kadro bekleyen arkadaşlarımız. Aynı dönemde mezun olduğumuz Mehmet Akif Tatlısu da bu işe gönül vererek, sektörün önemli bir yayını olan MATBAA & TEKNİK dergisini çıkartıyor. 1985 yılından bu yana gelişen tüm teknolojik süreçlere hepimiz şahitlik ettik. Sanayinin içerisinde de bu süreçlere şahit eden birçok şirket oldu. Endüstri meslek liselerinde hocalık yapan değerli arkadaşlarımız da var.
Teknoloji öyle bir hızlı değişir ve gelişiyor ki, sanayinin bu işe ayırdığı bütçeler ve yapılan yatırımlar bazen bir anda heba olabiliyor. 1980’li yıllarda Heidelberg maşalı makine için matbaalar dünyanın parasını yatırırken, 2000’li yıllardan sonra zaman içerisinde yaldızı ve baskısı gibi birçok farklı işlemi tek bir makinada barındıran yeni ürünler çıktı. Eski teknolojiler bundan sonrasında tarihteki yerlerini almaya devam edecek.
Eğitim ve öğretim dönemi içerisinde gerek hocalarımız gerek biz araştırmacı bir yapıya sahiptik. 1989 yılında üniversite bitirme tezim sürekli form baskı üzerineydi. O dönemde Türkiye’de bir tane bile böyle bir sistem yoktu. 1989 yılında Türkiye’ye ilk kez gelecek olan sürekli form makinasının tanıtımları, faturada kullanılacağını, karbon kâğıtlarının ortadan kalkacağına dair Taksim’de bir otelde sunumu yapılmıştı. Bu teknoloji ile artık bobinden pakete, paketten bobine ve bobinden bobine baskıların olacağını 1989’da bitirme tezimde yer vermiştim. Tez için yararlandığım bütün kaynaklar yabancı yayınlardı. O dönemde sürekli form makinalar en çok Amerika’da yaygındı. Avrupa’da o kadar yaygın bir kullanımı yoktu. O günün şartlarında böyle bir işe kalkışmak kolay değildi. Bana ve mesleki hayatıma katkısı ise büyüktü. Dünyada neler olduğunu takip ederek, gelecekte bu tür faturaların olacağına ön görmemi sağladı. Faturalar sisteme dâhil olduktan sonra şirketlerin fatura kesme, depolama ve gönderme anlayışları değişti.
2010 yılından itibaren sürekli form baskı makinalarına ihtiyaç giderek azaldı. Çünkü artık dijitalleşiyoruz. Kredi kartlarından post makinalarıyla fatura alabiliyoruz. Elektrik, doğalgaz ve su faturaları dijital ortamlardan geliyor ve yine ödemeleri dijital olarak gerçekleştirebiliyoruz. Bundan 15 yıl öncesinde ise bu işler, sürekli form baskı makinaları ile yapılıyordu. O günden bu zamana baktığımızda teknolojik olarak baskı sektöründe inanılmaz bir ilerleme ve gelişme yaşandığını gözlemliyoruz. 1990’lı yıllardan sonra ofset baskı o kadar çok gündeme geldi ki, Türkiye’de dört, beş hatta altı üniteli baskı makinaları furyası çıktı. Ofset baskıya yönelik çok ciddi talepler vardı. Billboardlar eskiden 70 x 100 ebadında basılarak sonradan birleştirilirdi. Her birinin baskısı ayrı ayrı yapıldığı için 40 tane kalıp gerekirdi. En son birleştirme yaparken de kayma gibi sorunlar yaşanabiliyordu. Bütün bu sistemlerden sonra günümüzde billboardların ebatları büyüdü. Her şey dijitalleşmeye başladı. Dijital baskıda ebadı makinaya veriyorsunuz, sonsuz ölçüde baskı gerçekleştirebiliyorsunuz. Baskıları kişiselleştirebiliyorsunuz. 2005 yılından itibaren dijitalin yaygınlaşması hatta dünyada weblerin bile dijitale doğru kaymasından dolayı gazetelerin tirajlarında düşmeler oldu. Teknolojinin daha ilerleyerek basılı materyallerin bölgesel çıkması da beraberinde basılı yayınlarda yerelleşmeyi getirdi. Baskı tekniklerin gelişmesi ve internet çağının çığır açmasıyla bu teknolojiler daha da gelişim gösterecektir. Bu süreç içerisinde matbaa teknolojilerinin de hem eğitimde, sektörde, sanayide hem de ihracatta kendisini bu alana doğru yenilemesi gerekiyor.
Bugün Matbaa alanındaki birkaç profesörümüzden birisiniz. Bu kimliğinizle basım endüstrisine mesleki eğitimin katkısı ve sizin geçen dört yıllık profesörlük sürecinizde yaşadığınız süreçleri anlatır mısınız? Buna bağlı olarak Matbaa Mühendisliği bölümü çalışmalarınızdan da bahseder misiniz?
Türkiye’de matbaa ile alakalı eğitim veren bir çok sayıda yüksekokul ve meslek lisesi var. Fakat bunların dört yıllık eğitimini veren Teknik Eğitim Fakültelerinin kapatılması ile birlikte bu bölümlerin ortadan kalmış olması sektörde üniversite-sanayi işbirliğinde nitelikli personellerin yetişmemesi sorununa yol açtı. Yaklaşık olarak 5 ila 6 yıllık süreç içerisinde yetişen gençlerimizin hem teknolojiyi bilmesi hem de dil eğitimi alarak bu alanda yeterli olması gerekiyor.
![]()
Matbaalarda kullanılan makinaların dili İngilizce ve teknolojinin gelişmesiyle üretim tesislerinde bilgisayar çağının en üstün teknolojileri kullanılıyor. Ciddi bir bütçe ayrılarak alınan makinelerle sanayiye yönelik ciddi bir yatırım yapan iş adamları, bu makinaları kullanacak yeterlik ve nitelikte personel bulamıyor olmanın sıkıntısını yaşıyor ve bu durumdan şikâyetçi olduklarını belirtiyorlar. Bunun çözümü de tamamen disiplinler arası olan matbaa teknolojilerinin kimyasına, mekaniğine, mekatroniğine, elektronik ve bilgisayar bilgisine sahip olarak yetişen gençlerin istihdam edilmesine bağlıdır. Bu noktada sanayiye yatırım yapanların artık yüksek ses ile serzenişlerini ve taleplerini duyurmaları gerekiyor. Bu matbaa, etiket ve ambalaj sektörünün ortak bir sorunudur. Bu taleplerin nasıl karşılanacağına ilişkin İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mahmut Akın, ASD ve ESD’nin başkanları ve sektörün diğer temsilcileri ile bir araya gelerek bu sıkıntılar konuşuldu ve çözüm noktasında öneriler masaya yatırıldı. MATBAA & TEKNİK dergisi Genel Koordinatörü Akif Tatlısu da bu toplantıya şahitlik etti. 6 Milyar Dolarlık bir ihracatı olan sektör için yetişecek elemanların hangi yükseköğretim mevzuatı içerisinde, hangi dersleri alarak ve hangi yapıda olması gerektiği hususunda tartışıldı ve bir çözüme kavuşturma süreci hala devam etmektedir. Marmara Üniversitesi’nde 4 yıllık yüksekokul var fakat sektörün taleplerini karşılayama noktasında yetersiz kalıyor. Bugün Türkiye’de sadece İstanbul ilinde 50’ye yakın yabancı kökenli Matbaa Mühendisi unvanına sahip çalışan var. Bunlar Dolar bazında ücret alarak çalışmaktadır. Hatta milyon Euro ödenerek, makine üretilen ülkeden online olarak hatalar düzeltiliyor. Hataların ve sorunların çözüm süreçleri için ülkemizde sanayicilerin ödediği ciddi meblağlar var. Bu miktarları azaltmak, sektör içerisinde kullanılan elemanların kalitesini yükseltmek için yükseköğretimde de bir yapılanmaya ve modele gitmek gerekiyor. Bu model endüstri mühendisliği içerisinde bir ana bilim dalı ya da uygulamalı bilimler fakültesinde hayata geçirilebilir. Tamamen müfredatı değiştirip, öğrenim hayatının bir dönemi sanayi içerisinde uygulamaya yönelik bir sistem ortaya konulmalıdır. Bununla ilgili toplantılar devam ediyor. Eylül başında bir toplantı daha yapılacak. Gerekiyorsa Avrupa ya da Amerika’da bu mühendisliği veren bir kurum ziyaret edilerek neler yapılması gerektiğine yönelik bir beyanda bulunup raporlandırarak rektörümüze sunacağız. Rektörümüzde YÖK Başkanlığı kanalıyla sanayicilerimizin taleplerini iletmiş olacaktır. Bunun neticesinde hayırlı sonuçlar almayı umuyoruz.
Türkiye’de 6 milyarlık ihracat içerisinde yer alan şirketler ağırlıkla Ankara, İzmir ve İstanbul’dadır. Özellikle en azından bu 3 ilde bu yönde eğitim veren köklü üniversitelerden bir tanesinde bu alana yönelik bölümün hizmet vermesi gerektiğine inanıyoruz. Matbaa sektörüne tamamen uyarlanabilecek, matbaa sektörünün bu eğitim materyalleri önüne konularak ve eğitim sistemi aşılarak endüstri 4.0’ın gerisinde kalmaması sağlanmalıdır. Günümüzde en önemli eksiklik budur. Endüstri 4.0’ı yakalayamazsak, şuan Avrupa Ülkelerinde işçilik maliyetlerinin yüksek olmasından dolayı ülkemize gelen matbaa işlerin birçoğunun bu şartları sağlayamadığımız takdirde tekrar başka ülkelere kayacağının bilincinde olmamız gerekir. 6 Milyarlık ihracatı 16 Milyarlara nasıl çıkartabileceğimizi ve kalifiye eleman nasıl yetiştireceğimizi sektör, üniversite ve sanayi bir araya gelerek bu yapılandırma içerisinde TOBB ve Mesleki Yeterlilik Kurumunu da dahil ederek bunların alt yapılarını hızlı bir şekilde oluşturmamız gerekiyor. Belli bir aşamaya geldikten sonra İstanbul Sanayi Odası ve İstanbul Ticaret Odası’nın bu işe katılımı ile ortak bir konsensüs oluşturarak eğitim alacak öğrencilere bir mecra açmak lazım.
“Endüstri 4.0 ile yeni bir sayfa açılacak”
![]()
Kurşun harflerden, kameralardan bugüne geçen bu dönem içinde sizi en çok etkileyen yenilik ne olmuştu? (CtP, dijital baskı, pdf, CIP4, makinelerin birbirileri ile konuşmasını sağlayan yazılımlar ya da Endüstri 4.0 veya bir başkası)
1985 ile 2015 arasında geçen 30 yıllık bir süreç var. Bu süre içerisinde birçok değişim yaşandı. Fotoğraf tekniklerinde negatif ve pozitif filmlerin makineye takıldığı bir dönemden, bugün cep telefonlarının bile fotoğraf makinelerinin yerini aldığı bir teknolojiye gelmiş durumdayız. Negatifler karta basılıp, karttan orijinal hale getirilerek filme alınması ve pozlanması ile elde edilen neticelerin şimdi tamamı cep telefonu ile çekilerek aynı online sistemlerle CtP’ye gönderebiliyor ve kalıba alabiliyorsunuz. Bu hem iş gücünü azalttı ve hata payını düşürdü hem de işleri hızlandırarak standartları yükseltti. Aynı zamanda maliyetleri düşürme noktasında avantaj sağladı. Sektör olarak Endüstri 4.0’a geldiğimizde bu hızı iki katına çıkartmış olacağız. Böylece çalışana ihtiyaç azalırken, çalışanların kalitesi ise en az dört kat artmış olacak. Öncelikle dil bilecek, elektronik bilgisayar iyi bilecek, kodlama dilini bilecek ve makinaların dilinden endüstriyel anlamda online anlayacak yeterlilikte personeller eğitilmesi gerekir. Uzaktan erişim sistemlerinden anlıyor olmak gerekecek. Bütün bunları halletmiş olmamız Endüstri 4.0’ı sektöre kazandırmış olmamız demek oluyor. Böylece ülkemizin önü de açılacaktır. Sektörün önü açılarak, ihracat yapan şirketlerimiz daha çok üretim yapabilecek konuma gelecekler. Bu da ülkenin kalkınmasında önemli bir etken olacak ve Avrupa Birliği ülkelerine geçmişte bağımlı kaldığımız birçok hadiseyi de ortadan kaldıracaktır. Ülkeyi savunma, ambalaj, baskı ve tekstil sanayisi olmak üzere her yerde bir adım daha önde görmüş olacağız.
Matbaanın önemine ve ne olduğuna dair yeterli bir algı yok. Bugün yaşam alanlarının hepsinde, günlük kullandığımız eşyalarda (kıyafet, cep telefonu, bilet ve birçok farklı eşyada) ve birbirinden farklı neredeyse her sektörde ve üretim aşamasında mutlaka matbaa vardır. Matbaanın olmadığı bir alan yok. Endüstri 4.0’a geçildiğinde bütün sektörlere öncü olarak arkasından sürükleyeceğine inanıyorum. Bu nedenle matbaacılık sektörü ölmez; gelişir, evrilir ve kabuk değiştirir. Buna öncü olmak bütün akademisyenlerin görevi olduğu kadar sanayide üretim yapan iş adamlarının da bunun arkasında olarak bu serüveni desteklemesini temenni ediyoruz.
Baskının geleceğinde neler öngörüyorsunuz? Dijital baskının geleceğe etkilerini değerlendirir misiniz?
2020 yılında drupa fuarında dijital baskı ve konvansiyonel baskının birleştirildiği tek bir model ile dünyaya tanıtım yapılacağını düşünüyorum. Bundan önceki drupa fuarlarında bu makinanın simülasyonları ve gösterimleri yapıldı. Konvansiyonel baskıların ambalaj baskıları açısından tipo baskılar gibi tamamen yok olacağına inanmıyorum. İnsanoğlu var oldukça, yemek ihtiyacı doğdukça, giyim ve yemekten vazgeçemeyeceği için ambalaj baskıların ömrü bitmeyecektir. Ambalaj baskıların bir sonraki drupa’da konvansiyonel baskılarla birleştirilerek buna çözüm bulunacağını düşünüyorum. Gelecekte artık her yerde billboard ve panolar görmeyeceğiz, teknolojinin ve sanal gerçekliğin gelişmesiyle her şey yansıtma ve ışıkla olacak. Eski ve geleneksel yöntemlerin yerine anında insanların görebileceği gerektiğinde dijital olarak billboardlara yansıyan online ağ sistemler (örneğin yürürken ilgi alanına göre cep telefonundan matbaa ile ilgili reklamların billboardlara yansıdığı, aynı anda geçen başka bir sürücünün ilgi alanına yönelik reklamında yine aynı billboard da yer aldığı reklam çalışmaları) olacak. Nasıl ki; trenlerin, otobüslerin ve uçakların içerisinde yapıştırma kağıt afişler yerine dijital küçük bir ekranda dönen reklamların şuanda olduğunu görüyorsak, birkaç yıl içerisinde (Endüstri 4.0’ı yakalamamız o açıdan çok önemli) facebook, instagram ve twitter gibi sosyal medya mecralarında gezinirken ilgi alanlarımıza yönelik reklamların önümüze geldiği mecralara gerek bile duymayacağız. Yolculuk ederken bulut sistemi ile havada reklam panoları şeklinde ilgi alanlarına göre değişecek dijital bir model ortaya çıkacaktır. 1985 yılında tipoda hurufat dizerken, telefon diye bir cihaz çıkacak ve elinizdeki bu cep telefonları ile hem fotoğraf çekip hem de baskı yapabileceğinizi söyleselerdi inanmazdınız. Şuanda da geleceğe aynı bakış açısıyla bakıyoruz ama Endüstri 4.0’ın hayatımıza girmesi, sanal gerçeklik ve hızla gelişen teknoloji bize gelecekte hayallerimizin ötesinde yenilikler sunacaktır. Endüstri 4.0’ı yakalayamadığımız takdirde tüm bu olacak yenilikleri Amerika, Avrupa ya da İsrail gibi yabancı ülkelerden temin etmek zorunda kalacağız. Bu konuda sanal gerçeklik, yapay zeka ve kodlama çok önemlidir. Zaman zaman reklamların ayaklarınızın altında bile olduğunu göreceksiniz ki, bunun örnekleri de var. Arabalarda kapıyı açtığınızda yere yansıyan gece görüşlü reklamlar var. Bu örnekte olduğu gibi ışık ve yansıtmanın gücü reklamda daha fazla kullanılacaktır. Bulut teknolojisi Endüstri 4.0 ile birlikte geçmişte yakalayamadığımız ve yetişmeye çalıştığımız sanayi devrimini, teknoloji bu kadar ilerlemişken ve çok fazla yetişmiş genç beyin varken yakalamak mümkün. Burada en büyük görev akademisyenlere ve sanayicilere düşüyor. Üniversite- Sanayi iş birliğini bu nedenle çok fazla önemsiyorum.
Dijitale 2005 ve 2006’lı yıllarda kimse yatırım yapmazken ve çok pahalıyken, bunu reddeden sanayiciler makine parkurunu yenilemeye ve bu değişime ayak uydurmaya çalışmadılar. Ne zaman ki 2009 yılında Almanya’da Heidelberg firması 8 bin kişinin çalıştığı ofset baskı makinaları fabrikasını Çin’e kaydırıp, ünite sayısını ikiye düşürünce bütün Türkiye’deki ofset baskı makinalarının temin edebilme maliyetleri düştü. (örneğin 1 milyon Euro değerindeki makine bu gelişmeden sonra 500 bine düştü) Sonrasında herkes aynı anda ofsetleri elinden çıkarırken dijitale yöneldi. Bu o zamanlarda çok pahalı ama şimdilerde artık normalleşmiş olduğunu görebilmekteyiz.
Yazılım, kodlama ve bilgisayar bilgisini arttırdığımız takdirde teknolojik yeniliklerin gerisinde kalmayacağımıza inanıyorum. Gelecekte her şey bulut sisteminde olacak. Dijital depolama sistemleri bulut teknolojileri ile yapılıyor. Bu işin eğitime dönük paydası da var. Eğitim sistemindeki öğretmenler, öğretim görevleri ve akademisyenler ellerine not olarak ders anlatmaktan vazgeçmelidir. Gelecek teknolojileri anlatacak ve konvansiyonel teknolojilerle birleştirecek ve öğrencilerin dikkatini çekecek görsel tasarımlı online sistemler ile ders anlatmalılar. Kendini geliştirmeyen eğitimcilerin sistem dışında kalmaları lazım…
“4 yıllık basım yayın teknolojileri eğitimi için ilk adım atıldı”
Türk basım endüstrisinin yeniliklere adaptasyonu ve yeniliklerin Türkiye’de de yer bulması konusunda görüşleriniz nelerdir?
Artık dünya bir köyden ibarettir. Geliştirilmiş ve üretilmiş makinaların yeni baştan taklidini yapmaktan ziyade o makinada kullanılan programların ve seri üretimi esnasında ihtiyaç duyduğumuz yazılımların kodlama sitemi ile Endüstri 4.0’a uygun halde bu işleri yapabilecek beyinler yetiştirmemiz gerekiyor. Başka alanlara yönelip bunu yapmadığımız takdirde, o makinelerin sistemini ve kodlamasını yapmak çok daha elzem olacak. Yazılımları ve o makinada kullanılan programları güncelleyip, uzaktan yükleyerek müdahale etmek, günümüzün teknolojisi olan sanal gerçekliği eğitim modeli içerisinde uygulayarak bütün gelişmeler bu sistem üzerinden takip edilmelidir. Global dünya her şeyin bir tık uzaklıkta olduğu bir sistemde bütün bunları birbirine bağlayarak ürettiğiniz sistemin ya da yazılımın bütün ortak mekanizmalarda yazılımını oluşturabilmeyi zorunlu tutuyor.
Sürekli kendini yenileyebilen ve geliştirebilen uydu gönderiyoruz. Bu uyduların içerisindeki yazılımlar ve materyallerde de matbaa var. Her sektörün içerisinde olduğu bu yapıyı daha verimli kullanabilmenin yollarını aramalıyız. Akademisyenlerin, sanayicilerin ve ülkenin kalifiye eleman yeterliliğini belirleyen ve yetki veren kurumların, ticaret odaları ve sanayi odalarının bir araya gelerek kısır döngüler içerisindeki yönetim tartışmaları yerine, kalifiye kişileri sektöre entegre ederek üretime destek sağlayabilmek için en önemli iş eğitim sistemini oluşturmaktır. Bunun yolu da yeterli ve donanımlı kişiler yetiştirerek bunları sektöre kazandırmaktan geçiyor.
Şuanda bu alt yapının var olduğundan bahsedebilir miyiz?
Akademik, sektör, sanayi ve belgelendirme olarak şuanda bu alt yapı var. Gelişmişlik düzeyi ve teknoloji tarafından baktığımızda da bir alt yapı olduğunu söyleyebiliriz. Fakat tüm bu unsurları harmanlayarak bir araya getirecek, birlikten güç doğmasını sağlayacak bir el yok. Bu noktada itici bir güce ihtiyaç var. Herkesin kendi önceliklerini bir tarafa bırakarak; eğitimcinin, sanayicinin ve belgelendirmeyi verenlerin arkadaşlık ya da siyasal ilişkilerinden soyutlanarak bir araya gelip, teknolojinin gittiği yeri belirleyip, o yönde kalifiye ve kaliteli elemanlar yetiştirmek için kurallar ve kurumlar oluşturmak lazım. Bunun da ilk adımını İstanbul Üniversitesi ve sektör olarak bir araya geldiği toplantı ile atmış bulunuyoruz. Toplantıdaki konular netlik kazandıktan sonra sektördeki herkes toplantılara katılım sağlayacaktır.
![]()
Son olarak 6. Matbaa Teknolojileri Sempozyumu’ndan bahseder misiniz? Bu sempozyumun Türkiye’de baskının gelişimine yapacağı katkı için neler söylersiniz?
Matbaa Teknolojileri Sempozyumu’nun 6.’sını gerçekleştireceğiz. İlkini 2003 yılında hayata geçirmiştik. Sektörü, sanayicileri, öğrencileri ve akademisyenleri tek bir payda da buluşturan sempozyum ücretsiz olarak düzenlenmektedir. Akademisyen kendi yetkinliklerini ve yeteneklerini ortaya koyma fırsatı yakalıyor. Sektördeki gelişmeleri ve yenilikleri anlatan firmalar bu kapsamda üretilen yeni ürünlerini hem akademisyenlere hem de sektöre tanıtıyorlar. Yurtdışında katılım her yıl olduğu gibi bu sene de olacak. Bunların yanında çağrılı konuşmacılarımız da olacak. Gelecekte ambalaj ve etiket teknolojilerin kalacağı bu alanlarla bu sistemler yürüyecek. İnsanlar ambalaj, etiket ve matbaayı birbirinden ayırıyorlar. Her sektörün kendine yönelik bir payı var ama unutulmamalıdır ki; etiket sektörü de ambalaj sektörü de matbaa teknolojisini kullanıyor. Ambalaj Fuarı içerisine bu sempozyumu monte etmemizin önemli bir sebebi var. Ambalaj, etiket ve matbaanın aslında iç içe olması nedeniyle Uluslararası Matbaa Teknolojileri Sempozyumu’nun fuarın içerisinde olmasını istedik. Ayrıca sektör ile ilgili sorunları kendi aramızda tartışmamızın sanayiye bir faydası olmadığı için bu sempozyumu sektörden ayrı düşünmedik. Amacımız etiket, ambalaj ve matbaa sektöründeki sorunlara dikkat çekmek ve sektörün gelişim gösterebilmesi adına yeniliklerin nabzını tutmaktır. Geçtiğimiz sempozyumda birçok matbaacının sektördeki sorunlara dair çözüm noktasında istişare altığı bir platform oldu. Sektördeki tüm önemli STK, vakıf ve kuruluşların başkanları sempozyumda önemli konuşmalar yaptı. Dünyada ilk kez bu kadar kapsamlı Matbaa Teknolojileri Sempozyumu’nu yapmış olmanın da haklı gururunu yaşıyoruz. Bu sempozyumda Orhan Sevindik hocamızın çok katkıları var, kendisine ayrıca teşekkür ediyorum.
#ErdoganKose #Matbaa #MatbaaEgitimi #IstanbulUniversitesi #BasimYayinTeknolojileri #IstanbulUniversitesiCerrahpasa #MeslekYuksekOkulu #Muhendis #MatbaaMuhendisi #BasimMuhendisi #AmbalajMuhendisi #AltinciMatbaaTeknolojileriSempozyumu #MatbaaTeknik #BirMatbaaTeknikVar #MatbaaSempozyumu
The post “Matbaacılık sektörü ölmez; gelişir, evrilir ve kabuk değiştirir” appeared first on Matbaa Teknik.